KARABURUN
Publus Ovisdius (MÖ 47-MS 17)
“Tanrıça Athena ilk kez kutsal zeytini Mimas’ta yetiştirdi.”
Homeros
Homeros, Antik Yunanistan döneminde İzmir’de yaşadı.
‘’Efsaneleşmiş tanrılara karışmış ulu Mimas Dağı (Akdağ) bir kez daha görkemli...
KARABURUN
Publus Ovisdius (MÖ 47-MS 17)
“Tanrıça Athena ilk kez kutsal zeytini Mimas’ta yetiştirdi.”
Homeros
Homeros, Antik Yunanistan döneminde İzmir’de yaşadı.
‘’Efsaneleşmiş tanrılara karışmış ulu Mimas Dağı (Akdağ) bir kez daha görkemli ve Apollon’un kutsal ışığıyla parlayarak seyrediyordu Ege’nin sularını yaslandığı yerinde.
Homeros-Homer
Karaburun’un (Eski adıyla Mimas) Yunan mitolojisinde sıkça yer aldığını görmekteyiz. Homeros’un ünlü eseri Oddysea’da rüzgarlı Mimas (Windy Mimas) olarak geçen “Mimas Dağı”, bugün Bozdağ diye adlandırdığımız dağdır. Bu dağın eskiden Mimas olarak adlandırılması “mitolojik tanrılarla savaşan gigantların (Devler) başında yer alan ve tanrı Zeus’u çok zorlayan Mimas isimli devin, üzerine erimiş demir, çelik ve bakır dökülerek öldürüldüğü ve bir daha uyanmamak üzere söz konusu dağların altına gömüldüğü’’ hikayesine dayanmaktadır.
Karaburun Yarımadası’nın ne denli rüzgar aldığı ve tarih boyunca bu rüzgarı kullanarak, sayısız değirmenler yapıldığı düşünülürse Mimas ile aradaki ilişkisi kolayca kurulabilir.
Yine Narsisus’un adını alan ve bugün aynı özelliklerle sadece Karaburun Yarımadası’nda yetişen ‘’Nergis’’ çiçeği arasında bir bağ kurulmaktadır. Bir su birikintisinde kendi aksine gördükten sonra kendisine aşık olan Narsisus’un (Narsizim kelimesi buradan türemiştir) aşkından eriyerek nergis çiçeğine dönüştüğü anlatılmaktadır.
İliada ve Oddise’nin yaratıcısı ünlü Homeros, bu topraklarda doğmuş ve yaşamıştır.
Yunan mitolojisine göre tanrıların tanrısı Zeus’un kıskanç karısı Hera, çapkın kocası Zeus’un ölümlü kadınlar ve tanrıçalarla ilişkilerini gözetlemekle kendisini haberdar etmek üzere, yüksek tepelere iki gözcü yerleştirdiğinde; bunlardan biri olan İris’i (Thaumantia da denilen İris, tanrıların habercisi olan tanrıçadır.) de Mimas’a göndermişti. Bu günkü İris Gölü belki de adını buradan alıyor.
TARİHÇE
Karaburun ve çevresinde yapılan kazıların sonuçları, bölgenin Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden biri olduğunu gösteriyor.
Karaburun ilçe merkezinin 3-4 km güneyinde Çakmaktepe mevkiinde yapılan kazılardan elde edilen taş el baltaları, bir takım öğütme araçları, kesici aletler, çanak ve çömlekler MÖ 4000 tarihinden itibaren bölgenin yerleşim alanı olduğunu göstermektedir. Bir belde ile 13 köyün merkezi durumunda olan Karaburun 1415’te Osmanlı topraklarına katıldı; 19 yüzyılın sonunda Aydın Vilayeti’nin İzmir merkez ilçesine bağlı nahiye merkezi oldu. Daha sonra Çeşme ilçesine bağlı Ahırlı isminde bir bucak iken, 1910 yılında Çeşme’den ayrılarak ilçe haline getirildi ve adı değiştirilerek Karaburun denildi.
Karaburun’da tarihi değerlerin, kültür öğelerinin oluşmasında 1400’lü yıllarda meydana gelen Börklüce Mustafa ayaklanması önemli yer tutar. İslam tasavvufunun Vahdet’i Vücud Okuluna mensup ünlü Türk mutasavvıf, filozof ve kazaskeri Simavne Kadısıoğlu Şeyh Bedrettin’in düşüncelerine Karaburun’ yaymaya çalışan Börklüce Mustafa, yaklaşık 5 bin kişilik halk kitlesini de arkasına alarak yörede Osmanlı yönetimine karşı ayaklanma başlatır. Çelebi Mehmet döneminde uzun çabaların ardından Beyazıt Paşa’nın ordusu tarafından yakalanan Börklüce Mustafa Ayasuluk’a (Selçuk) götürülerek yandaşlarıyla birlikte öldürülür. Diğer müridi Torlak Kemal de Manisa’da ele geçirilip idam edilir. Ölümünün ardından Bedrettin’in halen yaşadığı söylencesi yörede yaygınlaşmış, birçok halk şiirine ve destanına konu olmuştur.
Karaburun’un tarihi sürecinde önemli yer tutan bir başka olay da Balkan Savaşları’dır. Savaş sonrasında batı Anadolu’ya hakim olan kargaşa ve kaos ortamında Karaburun ve köyleri de etkilenir. Bu topraklarda yüzyıllardır Türkler ile aynı ya da komşu köylerde yaşamış olan, yöresel deyimle Farisi Türkçe konuşan Rumlar bu yöreleri terk etmek zorunda bırakıldılar. Bu olaydan sonra 20. Yüzyıl’ın başından günümüze kadar bazı yörelerin adlarında değişiklikler yapılarak yeni yerleşim birimlerinin oluşturulduğu biliniyor.
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından 23 Mayıs 1919 tarihinde Yunan kuvvetleri tarafından işgal edilen bölge 17 Eylül 1922 tarihinde işgalden kurtarıldı. Yunan askerlerinin çekilmesi ile birlikte yerli Rumlar da bölgeyi terk etmek zorunda kaldı ve bunun sonucunda bölgede ekonomik ve toplumsal alanda büyük değişiklikler meydana geldi. Bu tarihten sonra yarımadanın nüfusu oldukça azaldı.
Karaburun adının nereden geldiği konusunda çok değişik görüşler ve varsayımlar mevcut. Çok eski dönemlerde, yarımadanın adının “Capo Calaberno” olması, adının buradan değişerek geldiğini düşündürmektedir. Bir varsayıma göre ise; deniz yoluyla yarımadaya ilk varışta “Kömür Burnu” denilen mevkinin görülmesi nedeniyle, kayaların rengi esas alınarak “Karaburun” denildiği şeklindedir. Bir başka varsayım da eski Türk adlandırma usullerinde; kuzey yönünün “kara”, güney yönünün ise “ak’” olarak adlandırılması mantığına dayandırılmaktadır. Şimdiki ilçe merkezi eski haritalarda “Karaburun”, Esendere burnu ise “Akburun” olarak geçmektedir.
KÖYLER
Yarımadada tepelerin yamaçlarına 18. Yüzyılın sonuna kadar kurulan Karaburun köy yerleşimlerinin en önemli özelliği; denizden bakıldığı zaman kolay kolay görülmeyecek yamaçlara kurulmuş olmalarıdır. Bunun nedeni köylerin ilk kurulduğu dönemlerde, denizden gelebilecek korsan saldırılarına karşı köyleri koruyabilmektedir. 19. Yüzyılda kurulan köyler ise denizden kolayca görülebilen sahil kesimlerine kurulmuştur.
Kayıtlara göre köylerin çok uzun bir tarihi geçmişleri vardır. Geçen dönemlerde her birinin nüfusu çok daha fazla olan bu köyler, gerek mübadele sırasında ve gerekse ekonomik nedenlerle yaşanan göçler nedeniyle bugün çok daha az nüfuslara sahiptir.
Ambarseki
Karaburun ilçe merkezinin doğusunda yer alan Ambarseki Köyü, geçmişte sadece Türklerin yaşadığı sanılan köylerden biridir. Zira Karaburun Şer’iye Sicilleri’nde yabancılarla ilgili bir kayıt bulunmamaktadır. Nüfusu 1891 yılında 233, 1935 yılında 309 kişi olarak görülmektedir. Bugünkü nüfusu ise 252’dir. Ambarseki ilçe merkezine 4 kilometre uzunluğundadır. Ambarseki’nin verimli topraklarında nergis yetiştiriciliği, bağcılık ve buna paralel olarak ev şarapçılığı, zeytin ve zeytinyağcılığı yapılır. Orman alanlarından özel izinlerle toplanan ‘’defne’’ çalılarından yılda yaklaşık 30 ton defne yaprağı ayrılır ve satılır. Köyde geleneksel el sanatlarından sepetçilik, yaşlı ustalar ve onlardan öğrenmeye çalışan gençler sayesinde hala yaşatılıyor. Son yıllarda dışarıdan gelenlerle kalabalıklaşan köyde, ev pansiyonculuğu hızla geliştiriliyor.
Saip
İlçe merkezine 3 kilometre uzaklıkta bulunan 220 nüfuslu Saip, tarihi geçmişi çok eski yıllara uzanan ve sahip olduğu iskelesi ile (Saipaltı) nedeniyle de eskiden çok önemli bir ticaret merkezi olan bir köydür. Geçmişte Rumlar ile müslümanların bir arada yaşadıkları köylerden biri olan Saip’in nüfusu 1891 yılında 385 ve 1935’te 391 olarak kayıtlıdır. Genellikle ticaret ve hayvancılıkla uğraşılan köyün ahırları, o dönemde, şimdiki Karaburun ilçe merkezinin bulunduğu yerde olduğu için burası “Ahırlı” olarak anılmaktaydı. Saip’te tarım ve hayvancılık önde gelen ekonomik değerlerdir. Denize kıyısı olması nedeniyle balıkçılık da yapılmaktadır. Saip köyü içinde bulunan çok sayıda tarihi ev, gezilmesi gereken tarihi bir cami bulunuyor. Köy, Karaburun merkezinin Ahırlı olarak bilindiği yıllarda bölgenin merkezi idi. İskelenin karşısındaki iki adanın ismini “Büyük Saip” ve “Küçük Saip” olmasının nedeni budur.
Saip Köyü’nde aşağı köy mahallesinde “Mahkeme altı” denilen bir yer vardır. Aynı mahallede ortaklaşa şarap üretilen yekpare taştan yapılmış, üzüm sıkılarak şıra elde etmek için taş yapı bulunmaktadır. Köyü yukarı kısmında ise mübadele öncesi Rumları’na ait bir kilise yıkıntısı bulunuyor.
Bozköy
Bilinen geçmişi itibariyle yarımadanın en eski köylerinden biri olan Bozköy (eski adıyla Boz) günümüzde en çok göç veren ve yaşlı nüfusun çok yoğun olduğu bir köydür. Kayıtlara göre Türkler ile yabancıların birlikte yaşadığı köylerden biridir. Bozköy’de çok özel taşlar kullanılarak inşa edilmiş tarihi evler, çeşme, cami ve çok eski mezar taşlarına sahip bir mezarlık yer alıyor. Tarımsal açıdan yaşadığı değer ve doğal güzellikleriyle Uzundere Vadisi mutlaka görülmesi gereken yerlerden biridir. Akça Kilise mevkii ise tarımsal değeri yanında çok güzel koyları ve plajlarıyla önemli turizm potansiyeline sahiptir. Bölgede Akdeniz Foku mağarası da bulunuyor. Nergis ve sümbül köyün en önemli ürünleridir. Narenciye, zeytin ve hayvancılık köyün önemli geçim kaynaklarını oluşturur. Eskiden yarımadanın en önemli bağcılık merkezlerinden biri olan Bozköy’de bağcılık yeniden canlandırılmaya çalışılıyor. Köyün Karaburun’a uzaklığı 7 kilometredir.
Tepeboz-Yeniliman
Tepeboz ve Yeniliman, geçmiş yıllarda neredeyse yalnızca yabancıların yaşadığı yerleşim yerlerindendir. Köyde Türkler’e ait kayıtlara da rastlanmakla birlikte Türk sayısı çok azdır.
Özellikle Yeniliman’ın bir iskeleye sahip olması nedeniyle köyün en önemli bir ticaret merkezi olduğu bilinmektedir.
1923 yılında 19 hane olarak kayıtlarda yer alan köyde 3 hane ve 15 nüfus bulunuyordu. Halkının büyük bölümü tarım ve balıkçılıkla geçinen köyün bugünkü 357’dir.
Tepeboz’un Karaburun’a uzaklığı 8 kilometredir.
Hasseki
Karaburun ilçe merkezine 12 kilometre uzaklıkta bulunan 91 nüfuslu Hasseki yarımadanın bilinen en eski köylerinden biridir. Geçmişteki adı Hisarseki’dir. Kayıtlara göre Türk ve Rum halklarının birlikte yaşadığı ve o yıllarda Türkler’in çoğunluğu oluşturduğu nüfuslu göçlerle azalmıştır. Köyün ana geçim kaynağı zeytincilik ve hayvancılıktır. Denize kıyısı olması nedeniyle bölgede dalyan balıkçılığı da yapılıyor.
Salman
İlçe merkezine 24 kilometre uzaklıkta, denizden 150 metre yükseklikte 119 nüfuslu tarihi bir köydür. Köy halkı geçimini tarım ve hayvancılıktan sağlamaktadır. Keçi yetiştiriciliği gelişmiştir.
İnecik
Karaburun’a 13 kilometre uzaklıktadır. Tarihi 1500’lü yıllara kadar uzanır. Köyün yerleşimi ise geçmişte köyün tarihi camisinin bulunduğu meydana bağlı olan sokaklara uygun olarak düzenlenmiştir.
İnecik, Kösedere ve Eğlenhoca köyleri ile bir sac ayağı oluşturur.
Geçmişte bölgenin en kalabalık köyü olduğu halde 1970’li yıllarda kentlere doğru yoğunlaşan göç İnecik Köyü’nü de etkilemiştir, İnecik üç köyün içinde nüfusu en az köy haline gelmiştir.
İnecik doğal ve mimari dokusunu korumaya çalışan köylerden biridir. Kuzeyindeki Değirmentepe çam ağaçları ile kaplıdır. Tepenin doğusundaki Ayvaz Boğazı’ndan Uzunada ve iç körfez görünür. Tepenin batısında ise Ege Denizi uzanır.
Köyün geçimi tarım ve balıkçılığa dayalıdır. Köydeki bağlardan elde edilen üzümler, sofralık üzüm olarak ve pekmez üretiminde değerlendirilir.
Bol miktarda zeytin ve incir ağacı da bulunmaktadır. Bardacık cinsi inciri çok ünlüdür.
Kaynarpınar İskelesi sayesinde balıkçılık da köyde önemini korumaktadır.
Kösedere
Karaburun İlçesi’nin en büyük köylerinden biri. Eski adı Ağalarseki’dir. Bütün Karaburun köyleri gibi denize uzak kurulmuştur. Sahile 3 kilometre uzaklıktadır.
Eğlenhoca, İnecik köylerine yakındır. İskele olarak Kaynarpınar İskelesi’ni kullanır.
Boyabağı, Aşağı Boyabağı ve İçmekıyısı koylarında yerleşim vardır. Şu anda tarım yapılmayan Ovacık Yaylası 1970’li yıllardan önce köy nüfusunun yarıdan fazlasını yaz aylarında göçtüğü, 1000 dekar tarım arazisi olan bir yerdi. Ve bu yaylada üzüm bağı vardı.
Hurma zeytin yörenin özgün bir ürünü, ekolojik şartlarda dalında tatlılaşan bir sofralık zeytin türüdür.
Bazı kaynaklara göre hurma zeytin dünyada sadece Karaburun Yarımadası’nda yetişmektedir. Lezzeti tüm zeytin çeşitlerinden farklıdır.
Kösedere mutfağı çok çeşitlidir ve yörede bu yemek çeşitleri ünlüdür. Kösedere mantısı, Masır böreği, Çullama, Zıngata, Bazına, Cizlembe, Kabak Çiçeği Dolması, Çiğ Sarma, Etli Sıra, Pirinçli Mantar Böreği, Öküz Köftesi, Peynirli Pide, Katmer, Puf Böreği, Körmen Köftesi, Fırın Böreği bu çeşitlerden bazılarıdır.
Peynir çeşitlerinden Kopanisti, tatlılarda Söndürme (Höşmerim), Damat Tatlısı, Oklavadan Sıyırma ve Ev Baklavası yörenin en beğenilen yiyecekleridir. Köy çevresinde yöre halkının yemek ve çay olarak yararlandığı birçok ot ve maki türü vardır. Bunlar arasında Gelincik, Turp otu, Hardal, Radika, Sinirli, Sıra (Arapsaçı), Labada, Dilfincan, Sarmaşık, Görek, Daladiken (ısırgan otu), Ebe Gümeci, Şefket-i bostan, Semizotu, Tarhana otu, Körmen, Deniz koruğu, Deniz börülcesi, Kapari sayılabilir.
Itırlı bitkilerden Kekik, Geyik Elması (boş yaprağı), Adaçayı, Defte, Mersin ve Yaban çileği bölgede yaygındır.
Sarpıncık
1800’lü yıllarda kurulan Sarpıncık Köyü, yarımadasının batısında yer alır. Karaburun ilçe merkezine uzaklığı 12 kilometredir. 45 haneli köyde 259 kişi yaşamaktadır.
Köy halkı geçimini hayvancılık ve zeytincilikle sağlar.
Köyün sahilinde kurulu olan ve toprak yol ile ulaşılan Sarpıncık Feneri, ilginç görünümü ile hem fotoğraf sanatçıları hem de trekking yürüyüşçüleri için görülmesi ve gidilmesi gereken yerlerden biridir. 1938 yılında inşa edilen fenerin çevresindeki, Ege Denizi’ne hakim yamaçlarda günbatımını izlemek ise bir ayrıcalıktır.
Sazak
Mübadele öncesinde daha çok Rumlar’ın yaşadığı köyde zeytincilik, bağcılık ve şarapçılık gelişmiştir. Köy 1923 yılında terk edilmiştir.
Şiddetli bir depremin ardından tamamen yıkılan köye karayolu ulaşımı yoktur.
Ancak yürüyerek anayoldan 15 dakikada ulaşılmaktadır.
Eğlenhoca
Haklı tarım, hayvancılık ve bağcılıkla geçinen yarımadanın en büyük köylerinden biridir.
250 haneli köyde 541 nüfus yaşamaktadır. 1505 yılında kurulduğu bilinen ve bölgenin en eski köylerinden biri olan Eğlenhoca da görülmesi gereken tarihi ve doğal değerlere sahiptir.
Parlak
Parlak Köyü Boynak köyü olarak da bilinir.
Köyün binaları genelde taş evlerdir. Köy, 5 kilometre ötede sahil kesimindeki koyu Badembükü ile ünlüdür.
Pansiyonculuğun gelişmeye başladı köyün mutfağında güveçte kuzu kapama, yoğurtlu katmer, lor böreği, patlıcan böreği, enginar dolması, kabak çiçeği dolması, fava, lor tatlısı, sündürme gibi yemek ve tatlılar ün yapmıştır.
Parlak köyü yakınlarında ayrıca keklik üreme sahası da bulunmaktadır.
Küçükbahçe
Küçükbahçe, yarımadanın Ege Deniz’ine dönük yüzünde bulunan bir köydür. Henüz sayfiyecilerin tam anlamıyla keşfetmediği bölge beton yapılaşmalardan uzak doğa ile içi içe bir Anadolu köyü görünümündedir.
Güneye giden sahil yolunda Ildır’ı ve Çeşme’ye, kuzey giden yol ile Karaburun’a bağlanır.
Yakınlarında bulunan 1212 metre rakımlı Akdağ, dağcılık ve kampçılık için idealdir.
Bölge ayrıca av üretim sahasıdır. Beldenin başlıca geçim kaynağı mandalin, zeytin, enginar üretimi ve balıkçılıktır.
Küçükbahçe Osmanlı döneminde Rum korsanların tehditleri nedeniyle iç kesimlerde, bir tepenin yamacında kurulmuştur. 1970’li yıllarda meydana gelen depremin ardından evlerin çoğu yıkılmış ve daha sonra yapılan evler sahile yakın yerlere inşa edilmiştir. Burada Denizgiren adı verilen yerleşim yeri oluşmuştur.
Küçükbahçe’de yaklaşık 750 kişi yaşamaktadır. 2 kilometrelik sahil şeridinin güzelliği nedeniyle bölgede yaz nüfusu artmaktadır.
Yaylaköy
Karaburun ilçe merkezinden 10 kilometre uzaklıkta denizden yaklaşık 1000 metre yükseklikte engebeli bir arazi üzerindedir.
Yarımadanın tek dağ köyüdür. Kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekte birlikte, 1400’lü yılların başında Şeyh Bedrettin İsyanı’nın bastırılmasından sonra Türkmen aşiretlerinin bölgeye gelerek göçebe hayatı yaşadıkları daha sonra da Yaylaköyü yerleşim yeri merkezi olarak kabul edip yerleştikleri bilinmektedir.
Köydeki cami çeşme ve mezar taşlarından, ayrıca yaşlı kişilerden öğrenildiğine göre köyün kuruluşu 400 yıl öncesine dayanmaktadır.
Doğal yapısı dağlık olup bitki örtüsü araziye uygun küçük çalılardan ibarettir.
Yaylaköylüler genellikle hayvancılıkla uğraşır. Mayıs ayında Kırkım adı verilen törenlerle keçilerin tüyleri kesilir. Kazanlarda yemekler pişer. Kırkım sahibi şölen adı verilen ve 6 bin yıllık geleneğe uygun olarak misafirlerini ağırlar.
Ayrıca burada keçinin ilk sütüne kımız adı verilir. Yaylaköy’de, yılın belirli dönemlerinde üretim fazlası zeytinyağından sabun yapılır.
Tepedeki düzlük kırkım ve sabun yapımı için kullanılırken, aşağıdaki düzlükte büyük çeşme ve eski mezarlık yer alır. Köy mutfaklarında et ve süt yemekleri çoğunluktadır.
Mordoğan
Karaburun ilçesine bağlı Mordoğan beldesi, İzmir il sınırları içinde İzmir- Karaburun yolu üzerinde İzmir’e 80 kilometre mesafede yer alır. Doğuda Ege Denizi ile sınırlı, kuzey ve batıda Karaburun, güneyde Balıkova ile komşudur. Akdeniz ikliminin etkisi altındadır. Yaz aylarının sıcağını Ege’den esen imbat rüzgarları biraz olsun serinletir. Eğimli ve düz alanlarda zeytinlikler, ovalarında ise nergis bahçeleri ile tarım alanları yer tutar. Toprak özelliklerine bağlı olarak maki-funda ve çam ağaçları bulunur. Bölgenin iklimi, aromalı bir yapıya sahip olan defne yaprağı, kekik gibi bitkilerin yetişmesine de olanak verir. Kuzey ve batı yönünde uzanan kıyıları ve göz alıcı koy manzaralarıyla izlemeye değer bir görsellik keyfi yaşatır.
Mordoğan M.Ö 4. yüzyılda, “Mimas” ismi ile kurulmuştur.
Mordoğan’a özgü en güzel mitolojik öykülerden birisi, Narkissos efsanesidir. Efsaneye göre, 78 çeşit mor çiçek bulunan, mitolojide Çiçek Tanrıçası Flora’nın bahçesinin de içinde olduğu yerde, Irmak Perisi Nana, pınarda yıkanıp, ağaçların gölgesinde yatarmış. Her zaman güzel bir oğlan çocuğu olmasını isteyen bakire Nana’nın bu isteği, bir gün tanrılar tarafından kabul edilir ve dünyalar güzeli bir erkek doğurur. Adını, Narkissos koyar. Zaman geçer, Narkissos büyür, yakışıklı bir delikanlı olur. Narkissos yakışıklılığı ve asil duruşu ile çevresindeki herkesi kendisine hayran bırakan bir gençtir. Hiçbir periye “yüz vermeyen”, ormanda kendi kendine dolaşmaktan hoşlanan bir kişiliği vardır. O zamanlar Ekho adında dünyalar güzeli orman perisi vardır. Öyküye göre orman perisi Ekho, Narkissos’a karşılıksız bir aşkla tutulmuştur. Bu aşkın acısıyla eriyip giden Ekho’nun öcünü ise aşk tanrıçası Afrodit, Narkissos’u kendisine aşık ederek alır. Tanrıların, “Başkalarını sevmeyen, kendini sevsin’’ diye cezalandırdığı Narkissos, bir gün yine ormanda dolaşırken bir pınarın suyunda kendi aksini görür ve donup kalır. Kendi yansımasına aşık olmuştur. Zaman geçtikçe bundan zevk alır. Hem de acı duymaya başlar. Sonunda bir gün o da Ekho gibi eriyip yok olur ve Narkissos’un yerine “kendini beğenme felsefesi”nin adını aldığı “Nergis” çiçeğinin yeşerdiğine inanılır. Mordoğan’ın kırlarında nergis olarak yaşayan Narkissos, tıp biliminde kendini beğenmişlik hastalığı olarak adlandırılan narsizme de ismini vermiştir.
Tarihi ve doğal güzellikleri, Mordoğan’ın yerli ve yabancı turistler tarafından giderek tercih edilmesini sağlayarak turizm sektörünün gelişmesine neden oldu. Bölge tarihi doku olarak zengin bir yapıya sahiptir. Ayşe Hatun Camisi, Rum köyleri, çeşmeleri ve yel değirmenleri, Mordoğan’ın önemli değerleridir. Bölgeye has “hurma zeytin”, “sümbül”, “nergis”, “enginar” mevsimlerine göre yetiştirilmekte, ticareti yapılmaktadır.
Mordoğan’da bir tanesi şehir merkezinde olmak üzere Kocakum, Ardıç ve Ayıbalığı plajları bulunmaktadır. Ayrıca bölge içerisinde beş adet küçük ölçekte plaj, halkın kullanımına sunulmuştur.
Devamı